Ömer Çam Hocamızla Birlikte Mehmet Akif'i de Andık
Bu yılki Ömer Çam anma toplantısında milli şairimiz Mehmet Akif’i anlatan Yavuz Bülent Bakiler O’nun hayatından örnekler vererek bir abide şahsiyet olarak Akif’i anlamak için bu gibi toplantıların her yıl daha da genişleyerek yapılmasını temenni etti.
Ömer Çam hoca bir safahat hafızı olarak sadece Safahat’ı ezberlemekle kalmamış ondaki dürüstlüğü, vatanseverliği, Müslüman şahsiyet olarak bireyin toplum içersindeki davranışlarını da hayatında tatbik ederek bir abide şahsiyet olmuştur tıpkı Mehmet Akif gibi.
Yavuz Bülent Bakiler konuşmasının devamında Mehmet Akif merhum hakkında çok az şey bildiğimizi anlatarak Akif’in hayatından bazı kesitler anlattı.
Mehmet Âkif Ersoy, bizim Meşrutiyet ve Cumhuriyet devirlerimizin en büyük âbide şahsiyetlerinden biri. 27 Aralık, onun vefat ettiği gündür. Geçen yıllarda olduğu gibi bu yılda da, çeşitli şehirlerimizde Mehmet Âkif üzerine toplantılar yapılacak. Yapılsın tabii. Böyle toplantıların büyük faydaları olacak. Bu vesileyle benim de söylemek istediklerim var:
Aziz devletimiz, 1986 yılını, Mehmet Âkif Yılı olarak ilân etmişti. Şairimizin yurt içinde ve yurt dışında, çeşitli toplantılarla anılmasını kararlaştırmıştı. 1986, büyük şairimizin vefatının 50. yıl dönümü idi. O tarihlerde, Kültür Bakanlığında çalıştığım için, yetkililer, benim de çeşitli şehirlerde Âkif’i anlatmamı istemişlerdi. O münasebetle 44 şehrimizde M. Âkif’i anlatmaya çalışmıştım. Ayrıca Almanya’da, Belçika’da, Hollanda’da, Fransa’da Âkif üzerine konuşmuştum. Hayretle ve dehşetle görmüştüm ki, bizim halkımız Mehmet Âkif’i yeteri kadar tanımıyor. Tanımıyor; çünkü okumuyor. Yine hayretle ve dehşetle görmüştüm ki, yüksek tahsilden geçmiş, aydın diye bilinmiş bazı yetkililerin de, Âkif’ten hiçbir ciddî nasipleri yoktur. Nitekim 44 şehrimizin pek çoğunda, o kişiler iri iri açılan gözlerle bana hep aynı soruyu sormuşlardı:
- Efendim demişlerdi sizin anlattığınız Âkif’le, bizim bildiğimiz Âkif arasında uçurumlar var. Bu Mehmet Âkif, şapka devriminden sonra, başındaki fesi çıkarmamak için, kaçıp Mısır’a giden adam değil mi? O, şapka giyindiği takdirde kâfir olacağına inanan kişilerden biri değil mi?..
Yanlış! Yanlış! Yanlış! Milyon kere, milyar kere yanlış! Böyle iddialarla konuşan kimselere göre, şapka yapan bir adam güya demiş ki: “Ben öyle bir şapka yapmalıyım ki, o şapkaya öyle bir terek koymalıyım ki, ne ben Allah’ın yüzünü görmeliyim ne de Allah benim yüzümü görmeli.
İşte Akif de, şapka yapanın bu düşüncesini bildiği için yani şapka giyindiği takdirde kâfir olacağına inandığı için, kaçıp Mısır’a gitmiş!” Bu, safsatalarla dolu bir zavallı iddiadır.
Evvela M. Akif, Veteriner Fakültesinden birincilikle mezun olan yani müspet ilimler okuyan mütefekkir şairlerimizden biridir. Arapça’sı, Farsça’sı, Türkçe’si, Fransızca’sı, çok kuvvetli bir mümindir. Kur’an-ı nazm ölçüleriyle Türkçe’ye taşıyacak kadar Arap diline vakıftır. İslama göre “Allah, her yerde hazır ve nâzırdır ve bize şah damarımızdan daha yakındır!”
Âkif, Allah’ı, bir şapkanın tereği üzerine oturtacağını sanan zavallı kişilerden olabilir mi?
Sonra Âkif, fesin İslamiyetle hiçbir ilgisi, ama hiçbir ilgisi olmadığını çok iyi bilen kimselerdendir. Çünkü: Fesi, ilk önce putperest Frigyalılar kullandılar. Kralları Midas’ın, eşek kulağına benzer kulaklarını saklamak için fesi yaptılar. Fes, putperest Frigyalılardan, Hristiyan Romalılara geçti. Romalılardan Fas’a uzandı. Fesin bize geliş tarihi Sultan 2. Mahmud devrindedir. 1833 yılında 2. Mahmud halkımızın fes giyinmesini istediği için birtakım karanlık kafalı kimseler tarafından “Gâvur Padişah” diye suçlanmıştır. Yani fes, zorla başımıza geçmiştir. Garabete bakınız: 1925 yılında Atatürk, şapka inkılâbını yapınca, 1833 yılında “Bu fes gâvur işidir; onu giyinmeyiz” diyenlerin torunları, bu defa fese sımsıkı sarılmışlar, şapkaya gâvur icadı diye bakmışlardır.
Mehmet Akif öyle bir abide şahsiyettir ki söz verdiği zaman bunu kesinlikle ne pahasına olursa olsun tutardı. Gençliğimiz tabi ki böyle bir abide şahsiyetin hayatını öğrenmeye hakkı var ve bizi muasır medeniyet seviyesine çıkaracak bu tür davranışlardır.
Mehmet Akif’le ahde vefa (sözünde durma) adeta özdeşleşmiştir. Bu,onun hayatta en çok önem verdiği ilkelerinden biridir.
Bir gün arkadaşı Fatin Gökmen’in evine gidip evinde sohbet etmek üzere onunla sözleşir.Sözleştikleri gün İstanbul’da şiddetli bir yağmur ve fırtına başlar, gemiler çalışmaz. Fatin Gökmen, böyle bir havada Akif’in gelemeyeceğini düşünerek bir komşusunun evine gider. Ancak Akif eve gelir, onu bulamaz ve çekip gider. Ertesi gün Fatin Gökmen, Akif’ten özür diler,fakat Akif bu özrü kabul etmez. Ona şunları söyler:’’İnsanlar sözleriyle bağlanır, biz senle sözleşmiştik, sen sözünde durmadın, artık sana güvenemem.’’Akif yakın arkadaşıyla üç ay konuşmaz.
Bir başka olay da M.Akif’in diklenmeden dik durmasına şahit oluyoruz.’’Hüzün Şairi’’ Darül Fünun’da kendisi gibi edebiyat dersleri veren yakın arkadaşı Ferit Kam Bey’in haksız yere görevden alınması üzerine kendisi de ertesi gün istifasını verir. Sebebi sorulunca,’’Arkadaşıma yapılan haksızlık bana yapılmış sayılır. Böyle bir durumda göreve devam edemem.’’ diye cevap verir.
"Hüzün Şairi’’ bir yakın arkadaşıyla’’ Hangimiz önce ölürse, hayatta kalan ötekinin çocuklarına bakacak’’ diye sözleşir. Arkadaşı kendisinden büyüktür ve gün gelir vefat eder. Beş çocuğuyla kıt kanaat geçinen M.Akif, arkadaşından kalan üç çocuğun da bakımını üstlenir
İşte bizi muasır medeniyetler seviyesine çıkaracak bir neslin örnek alması gereken abide şahsiyet. Biri Safahat yazarı Mehmed Akif diğeri Safahat hafızı Ömer Çam’dır. Her ikisinde de Allah’tan (c.c.) rahmet diliyoruz.
14.12.2011 00:00:00
Hit: 531